31 Mart 2013 Pazar

Osmanlı Hayatı

Avrupa'da Osmanlı rüzgarı esmiş

Yatak yüzlerinden, yemek takımlarına, giyim kuşamdan mimariye Osmanlı modasını örnek alan bir Batı ile tanışmak ister misiniz

Cevabınız 'evet' ise Nurhan Atasoy ve Lâle Uluç'un 6 yıllık saha çalışmasıyla hazırladıkları, "Osmanlı Kültürünün Avrupa'daki Yansımaları: 1453- 1699" adlı kitaba göz atmaya buyurun...

19. yüzyılda, giyim kuşamdan tutun da mimariye kadar Batı'dan etkilenmiş bir Osmanlı görürüz. Bu yüzden hep, Osmanlı'ya etki eden Batı'dan bahsederiz. Kültürü ile Batı'yı tesiri altına alan bir Osmanlı'yı ise zihnimizde canlandıramayız. Oysa, ünlü sanat tarihçisi Nurhan Atasoy ve tarihçi Lâle Uluç'un Osmanlı ile sosyal-siyasi ilişkiler içinde bulunan 16 Avrupa ülkesini gezerek yaptıkları 6 yıllık araştırmanın sonucu, "Osmanlı Kültürünün Avrupa'daki Yansımaları: 1453- 1699" adlı kitap, zihnimizde canlandıramadığımızı belgeler ve fotoğraflarla anlatıyor. "Batı'dan etkilenmiş bir Osmanlı'nın yanında, Osmanlı maddi kültüründen etkilenmiş bir Batı'da var" diyor ve bu Batı'nın resmini çiziyor.

Geçtiğimiz hafta, Armaggan'ın sponsorluğunda okuyucuyla buluşan kitap; İstanbul'un Fethi'nden Karlofça Antlaşması'na kadar yaşam kültüründe Osmanlı unsurlarının hâkim olduğu Batı'yı tanımak için oldukça önemli. Çünkü içinde 400 görselle desteklenmiş hatırı sayılır bilgiler var. Bu bilgiler, Avrupa'daki pek çok müze, saray gezilerek, özel izinlerle depoları açtırılıp oradaki eşyalar, eserler incelenerek yapılmış; kitapta dokuma, çini, seramik, bitki, halı, silah, tasvir, hilal ve kesişmeler üzerinden ayrı ayrı bölmelerde detaylı olarak okura anlatılmış. İşte görselleriyle, Batı'da esen Osmanlı kültürü modası...

Osmanlı kuşağı

Osmanlı, Batı'yı en çok dokuma modasında etkilemiş. Macaristan'dan İsviçre'ye pek çok Avrupa ülkesi; giydikleri kıyafetleri, evlerin dekorasyonunda kullandıkları kumaşları Osmanlı'dan getirtmiş. Örneğin, Osmanlı kemhasından dikilmiş sırma işli elbiseler Avrupa pazarlarında en çok alıcı bulan kıyafetlerden. Avrupa, Osmanlı'nın mendil kültüründen de geri kalmamış. 1641 yılında Szepes'te elinde Osmanlı desenleriyle işlenmiş mendil tutan kadın resmi bu bilginin görseli. Erkek kaftan ve kuşakları ise 1453-1699 tarihleri arasında Batı'da erkek modasına damgasını vurmuş. Yöneticilerden halka herkes kıyafetlerini bele sarılan kuşaklarla süslemiş...

Dekorasyonda Osmanlı çinisi ve Uşak halısı

Yatak takımlarından yastık-yorgan yüzlerine, kapı tokmaklarından vazolara kadar pek çok eşya Osmanlı örnek alınarak tasarlanmış. Bunların içinde İznik çinisi başı çekiyor. İnebahtı Deniz Seferi'nden sonra Avrupa Osmanlı'ya epeyce çini sipariş etmiş. Sarospatak Şatosu'nda 17. yüzyıl Osmanlı çinileriyle kaplı oda, görülebilecek en iyi alanlardan. Avrupa müzelerinde, Osmanlı halılarının üzerinde resmedilmiş çok sayıda Avrupalı soylusun portresine rastlamak mümkün. Kiliseler de, Osmanlı halılarının Batı kültüründe ne kadar kabul gördüğünü anlatmaya yetecek kadar önemli. Mesela Erdel'deki Braşov kasabasının Luteryan Kilisesi'nde duvarlarda halen 100 Osmanlı halısı asılı. Bunun dışında, Osmanlı halıları kralların yürüdükleri yollara serilmek için de kullanılmış Batı'da. Bu halılar içinde en çok kabul gören Uşak halıları olmuş. Özellikle Batı Avrupa'da, Uşak halılarının örneklerinin dokunduğu tezgâhlar kurulmuş.

Şövalye kıyafetlerinde Osmanlı örnek alınmış

Kitaba göre, Avrupalılar, Osmanlı savaş araç gereçlerini bile uzun yıllar taklit etmiş. Batı, kılıçlardan zırhlara, miğferlerden silahlara pek çok savaş eşyasında Osmanlı şekilleri ve motiflerini kullanmış. Hatta Almanya'da 16. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı modelleri örnek alınarak miğferler yapılmış. Almanya'da yapılan bu miğferlerin örnekleri Poldi Pezzoli Museum'da mevcut. Kont Nikolaus Esterhazy'nin tören zırhının yapımında da Osmanlı tören zırhları örnek alınmış.

29 Mart 2013 Cuma

Osmanlı Devleti


Kuruluş yıllarında Osmanlı Devleti'nin düzenli askerî birlikleri yoktu. Osman Gazi zamanında eli silah tutanlar savaşa katılır, muharebe bitince herkes işinin başına dönerdi. İlk düzenli askerî birlikler Orhan Bey zamanında kuruldu. Yaya ve müsellem (atlı) denilen ve Türk gençlerinden toplanan bu kuvvetler biner kişilik birliklerden oluşuyordu. Bunlar sadece savaş halinde iken ücret alırlar, barış zamanında kendi işleriyle meşgul olurlardı. Kumandanları onbaşı, yüzbaşı ve binbaşı ünvanlarıyla anılan bu geçici askerler, gittikçe büyüyen bir devletin ihtiyacını karşılayamaz hale gelince başka ve daimî bir ordunun kurulması kararlaştırılmıştır.
Devamını oku...  

Osmanlı Devleti'nin asıl askerî gücünü eyaletlerdeki kuvvetler teşkil ederdi. Bu kuvvetlerin de esasını timârlı sipahiler oluştururdu. Yaya, müsellem, yürük, cerehor, canbaz, akıncı, deli, azeb, gönüllü ve beşliler ise yardımcı eyalet kuvvetlerinden idi.

Topraklı süvari de denilen timârlı sipahiler Osmanlı toprak sisteminin askerî yönüyle ilgili uygulaması sonunda ortaya çıkmıştır. Sistem bir yönüyle toprağın işlenmesini ve ürün alınmasını sağlarken, diğer yönüyle de devletin asker ihtiyacına hizmet ederdi. Dirlik denilen ve gelirine göre timâr, zeamet ve has diye üçe ayrılan mîrî araziyi tasarruf edenler, ekip biçtikleri arazinin senelik gelirine göre her türlü masrafı kendilerine ait olmak üzere atlı askerler yetiştirmek zorunda idiler. Cebelü denilen bu askerler, bağlı olduğu sipahinin para ile satın aldığı veya savaşta esir ettiği köleleriydi. Bu tür yükümlülüğü olan dirlik sahipleri vergiden muaf tutulurlardı. Her 1000 timârlı sipahi bir alay beyinin kumandası altında sefere giderdi. Alay beyinin altında subaşı, çeribaşı, bayraktar ve çavuş gibi küçük rütbeli zabitler bulunurdu. Bunlar barış zamanında, bulundukları kazada asayişi sağlarlardı. Merkezden sefer emrini alan beylerbeyi ve sancak beyleri bu emri ve gereğinin yapılmasını alay beyleri vasıtasıyla timârlı sipahilere bildirirlerdi. Mazeretsiz sefere katılmayan timârlı sipahinin dirliği elinden alınır, savaşlarda başarılı olanların ise dirliklerine zam yapılırdı. Her eyaletteki timar ve zeamet sahiplerinin adlarını ve dirliklerinin mikdar ve yerlerini gösteren düzenli defterler tutulurdu. Sefer sırasındaki yoklamalar bu defterlere göre yapılırdı.

En mükemmel şeklini Kanuni Sultan Süleyman zamanında alan timârlı sipahi teşkilatı XVI. yüzyıl sonlarından itibaren bozulmaya başlamıştır. Bunun başlıca sebebi, kanun dışı tevcihler yapılması ve bu tayinlere rüşvet karışmasıdır. Bu yüzden müteakip yüzyıllarda önemi iyice azalan timârlı sipahiler geri hizmete alınmışlar, yerlerini derme çatma nizamsız kuvvetlere bırakmışlardır.

XVIII ve XIX. yüzyıllarda ıslâhına çalışılan timârlı sipahi teşkilatı 1847 yılında lağvedilmiştir.
 
İSTİBDAT DÖNEMİNDE YURT DIŞINDA YAYIMLANAN GAZETE VE DERGİLER

JÖNTÜRKLER VE İTTİHAT VE TERAKKİ

20. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı bir yandan içte ve dışta parçalanırken diğer yandan ekonomik-mali yönden Batı’nın denetimine girmiştir. Bunun sonucu milli servet dışarıya akmış ve halk yoksullaşmıştır. İstibdat rejimi dolayısıyla yenişleşme hareketleri ve halkın demokratik gelişimi durdurulmuştur. Bu yolda aslında 1908’e götüren olayların patlak vermesinin en önemli nedeni Abdülhamit’in yönetimindeki Saray’ın egemenliğiydi. İktidar Osmanlı siyaseti ile ilgili önemli kararları alan ve Saray çevresinde kümelenmiş küçük bir gurubun elinde idi. Ancak Sadrazam ve nazırlar keyfi olarak değiştirildiklerinden bu durum süreklilik arz etmiyordu. Abdülhamit döneminde nitekim 28 sadrazam başa geçmiştir.
Devamını oku...  
Matbaa dünyada köklü değişimlerin oluşumunu sağlayan, insanları birbirine bağlayan bir iletişim aracı olmuştur. Bilgiyi oluşturmak kadar bilginin yayılımı da yeni bir toplum dinamiğinin oluşmasında etkendir. Burada ise matbaanın rolü büyüktür.  1470’de İtalya’da, 1480’de Portekiz’de, 1489’da İspanya’da İbranice harflerle kitap basmaya başlayan Yahudiler, 1494’de İstanbul’da ilk matbaayı açmışlardır. Ancak bastıkları eserler Türkçe ya da Arapça değil, İbranice idi.[1] Yahudilerin ardından 1567’de[2] Ermeniler, 1627’de Rumlar matbaalarını kurmuşlardır.[3] Patrik Cyrille Lucaris zamanında Patrikhanede matbaa kurulmuş, ancak cizvitlerin baltalaması ile ancak bir yıl faaliyet gösterebilmiştir. Bu esnada Nicodemos Metaxas tarafından basılan ilk eser, Yahudilere hücum eden bir risaledir. XIX. yüzyılda ise Rum matbaası isyancıların lehine çalışmaya başlayınca Osmanlı Devleti tarafından kapatıldı.[4]
Devamını oku...  
Osmanlılar, kitap ve gazete basımında olduğu gibi, dergi yayını alanında da Avrupa’yı oldukça geriden takip etmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk dergi, 1849 yılında yayımlanmaya başlayan Vakayi-i Tıbbiye’dir. Tıbbi konuları bünyesinde barındıran bu derginin çıkarılması için, o dönemde Hekimbaşı olan Abdülhak Mollâ, bir gerekçe ile Babıali’ye müracaat etmiştir. “Memleketteki önemli işlerin yoluna girdiği sırada, tıbba ilişkin konularında düzenli bir şekilde ilerlemesinin Tıbbiye’deki hocaların eğitim ve öğretim yönlerine bağlı olduğunu” belirttikten sonra, özellikle Paris ve Londra’da bilimsel alanlarda ortaya çıkan yeniliklerin tıp bilimine önemli katkılarda bulunduğunu ifade etmiştir. 600 civarında abonesi olan dergi, yayın hayatını üç yıl sürdürebilmiştir[1].
Devamını oku...  

İlk özel gazeteyi 1815’te İzmir’e yerleşen, daha sonra İstanbul’da ABD sefaretinde katiplik yapan İngiliz asıllı William Churchill çıkardı. Üsküdar yakınlarında avlanırken bir Türk çocuğunu vurması üzerine tutuklanan Churchill, kapitülasyonların verdiği imkanla İngiltere’nin, Babıali’yi şiddetle protesto etmesi karşısında hükümet Churchill’e çeşitli maddi olanakların yanı sıra bir de gazete yayınlama izni vermiştir.[1]
Devamını oku...  
 
Osmanlı İmparatorluğu’nda kitaplar, gazeteler, telgraf çoğunlukla yönetici sınıfın hizmetinde idi. Zamanla haberler diğer sınıflara da ulaşmaya başladı. Buna Osmanlı’nın, merkeziyetçi yapısını az da olsa eleştirebilen iktidar karşısında bağımsız iki Türkçe gazete öncülük etmiştir. Bunlardan ilki 1860’da ortaya çıkarılan Tercüman-ı Ahval’dir. Kurucusu Agah Efendi, Meclis-i Maarif’e izin konusunda verdiği dilekçesinde; “Çeşitli bilgilere dair konular iç ve dış olaylara dair havadislerin uygun olanlarını yayınlamak için birkaç günde bir Türkçe olarak bir gazete neşretmek istiyorum.
Devamını oku...  

Osmanlı İmparatorluğu’nda Tasvir-i Efkar’ın yayınlanmaya başladığı esnada Sadrazam Fuad Paşa istifa etmiş, yerine getirilen Yusuf Kmail Paşa, 65 ay sonra azledilmiş, Fuad Paşa tekrar sadrazam olmuştur. Bu müddet zarfında Ali Paşa Hariciye Nazırlığı görevini yapmıştır. Sırplar ile Belgrad olayı meydana gelerek, Sırbistan’daki Türk kalelerini Sırplara bırakan İstanbul Antlaşması imzalanmıştır. Karadağ İsyanı bastırılarak onlarla İşkodra Sulhü imzalanmış (1862), memeleketeyn tek bir prenslik haline gelerek bugünkü Romanya devletinin kurulmasına yol açılmış (1864), Sultan Abdüzaziz’in hayli dedikodu konusu olan Mısır’ı ziyareti bu dönemde gerçekleşmiştir.
Devamını oku...  

1860’larda çıkan gazeteler arasında en çok isim yapmış gazete Muhbir olmuştur. Bu gazetenin sahibi, önceleri Ceride-i Havadis’te çalışan Filip Efendi idi; ancak gazeteyi Ali Suavi idare ediyordu. Muhbir gazetesi 1867 yılı Ocak ayında çıkmaya başladı ve hükümete karşı oldukça olumsuz bir tutum aldı. 8 ve 10 Şubat 1867 tarihlerinde, Mustafa Fazıl Paşa’nın Sultan Abdülaziz’e yazdığı açık mektup Muhbir’de yayımlandı; bu da gazetenin muhalif tutumunu açıkça kanıtlıyordu. Tasvir-i Efkar’ın ardından, Ali Suavi de, Girit Rumları ile başa çıkamadığı, Sırp isyanını bastırmadığı, büyük devletlerin müdahalesini engelleyemediği için Babıali’yi şiddetle kınıyordu.
Devamını oku...  
Yeni Osmanlıların en ateşlilerinden Mehmed Bey[1]’in, Hürriyet grubunu terk ettikten sonra Paris’te kendi dergisini çıkarmaya başladı. İttihad adını taşıyan dergide Türkçe, Rumca, Ermenice ve Arapça makalelerin çıktığı söylenir. Böyle davranmakla Mehmed Bey, Osmanlı Devleti ile ilgili reform tasarısının çoğulcu yapısını göstermeyi amaçlamaktadır.[2] Ali Suavi’nin yazılarının da yayınlandığı gazetede Hukuk, Hürriyeti ilan etmek, meşruti idareyi ve umumi nezaret sistemini tasviye etmek, vatanın içinde bulunduğu tehlikeleri ortaya koymak ve çareler aramak, Osmanlı birliğini sağlamak gibi fikirlere yer verilmektedir.[3]